Sanayileşmeyle birlikte insanların yaşam tarzları da değişmektedir. Günlük hayatımızın büyük bir bölümü işyerlerinde geçmektedir. İş çıkışındaki hayatımız şehrin diğer mekânlarında ve evimizde devam etmektedir. Sanayileşme direkt ve endirekt olarak tüm hayatımızı etkilemektedir. Sanayide gerek üretirken, gerekse de ürünlerin kullanımı sırasında bazı tehlikelerle iç içe yaşamaktayız. Bunların bazılarının farkındayız, birçoğunun da farkına varamamaktayız.
Farkına vardığımız tehlikelerin bazılarını önemseyip, dikkatli olmaya çalışmaktayız. Birçoğunu da kabullenmekteyiz. Biliyoruz ama “aman... Neremiz tamam ki! Şimdiye kadar bir şey olamadı. Bir şey olmaz. Acı patlıcanı kırağı çalmaz. Onunla uğraşacak zaman mı var?” gibi yaklaşım içinde değerlendiriyoruz.
Farkına varamadığımız o kadar çok tehlike ile birlikte yan yana yaşıyoruz ki… Bu durum tehlikeleri algılayanlar tarafından hayretle karşılanıyor. Her an bir yerden ortaya çıkabilecek bir tehlike etrafındakileri zarara uğratabilmektedir. Bu gibi olaylardan dersler çıkararak tedbirleri toplumca benimsemek yerine, “kadere bak, şanssızlığa kurban gitti” gibi kaderciliği tercih ediyoruz. Tepkisiz, pasif bir hayatı yaşamağa devam ediyoruz.
Bilmediğimiz bir tehlikeye karşı cesur oluyoruz. Toplumumuzda cahil cesareti olarak tanımlanan davranışları sergiliyoruz. Cahilliği kabul etmeyiz. Bize cahil cühela denilse kızarak en büyük tepkiyi gösterirken, cahil cesaretini de gösterebiliyoruz. Bilmeden okumuş cahil olabiliyoruz. Tehlike karşısında cahillerle aynı duyarsızlığı göstermek bir çelişki değil mi?
Eğitimlerimde bu konuyu anlatırken şu örneği veririm;
Bir yaşında bir bebeği aslan kafesine koyarsanız, bebek aslandan korkar mı? Diye sorarım. Tabii ki korkmaz. Hatta evdeki kediye benzeterek onu okşamak için ona doğru emeklemeğe başlar. Çünkü bebek aslanın tehlikeli ve yırtıcı bir hayvan olduğunu bilmez. Başka bir deyişle aslan konusunda bilgisizdir. Cahildir. Cahil cesaretiyle ondan korkmamaktadır.
Maalesef günümüzde büyük bir kesim örneğe uygun cahil cesareti ile yaşamaktadır.
Hayatımızın, işyerlerimizin ve çevremizin sağlığı ve güvenliği konusunda duyarlı değiliz. Bu konuda bilmek bir şey ifade etmemektedir. Bildiğini uygulamak gerekir. Sonuçta bilmemekle bildiğini uygulamak arasında bir fark yoktur. Büyüklerimiz buna “bildiği ile amel etmemek” demişlerdir.
Eğitim ile öğretim arasında da böyle bir ilişki vardır. Öğretimle, konu hakkında bilgi alırız. Yani konuyu biliriz, öğreniriz. Eğitimle, öğrendiğimiz bilgileri hayatımızda uygularız.
Eğitim, öğrendiklerimizin hayatımızda davranış değişikliği haline gelmesini sağlar. Bu da kültürün oluşması demektir.
İŞ GÜVENLİĞİ KÜLTÜRÜNÜN OLUŞMASINA ÇOK İHTİYACIMIZ VAR.
Her yıl yaklaşık bin insanımız iş kazalarından hayatlarını kaybetmektedir. Her yıl yaklaşık seksen bin iş kazası olmaktadır. Her yıl iş kazaları ve meslek hastalıklarından yaklaşık bir buçuk milyon iş günümüz kaybolmaktadır. Her yıl iş kazalarında miyarlarca dolar maddi kayıplarımız olmaktadır. Onun için iş güvenliği kültürünün oluşmasına önemle ihtiyaç vardır.
Bu konuda yapılan çalışmalar hayli yetersizdir. Sadece iş sağlığı ve güvenliği haftalarında değil yılın 365 gününde konu ele alınmalıdır.
Meslek odalarında, sivil toplum kuruluşlarında, sendikalarda daha yoğun etkinlikler yapılmalıdır. Medya bu konuya daha fazla yer vermelidir. Ayrıca sanayicimizin bizzat kendisi de bu konudaki etkinliklere vakit ayırmalıdır. Sözün özü topluca seferberlik ilan edilmelidir.
Güvenlik kültürünün oluşmasına katkısı olacak etkinliklere kavuşmak dileği ile sağlıkta ve güvenlikte olun.